Meyhanecinin bile “Allah bin bereket versin,” dediği bir ülke burası. Kumpanyaların uğrayıp sanatı, eğlenceyi, hazzı, zevki bolca boca ettiği kasabaları meyhaneli bir diyar.
Sokakları dar, meydanları çeşmeli… Pusu da kurulur, cinayet de işlenir bu yerlerde.
Kim vurduya gidilmez ama…
Sırları alenidir, “buralı”dır. Piçleri bol, sevinçleri azdır. Herkes derin kazar bir diğerinin kuyusunu. Çatıların altındaki küflü sandıklarda saklanır erdem. Sessizliğe boğdurulur ahlak.
Dün gibidir buraları; bugün ertelenir, gelecek sadece beklenir, yaşanmaz buralarda.
Burası kasaba, hayal kırıklığına uğramış şehir.
“Ama biraz küçücek (...) İçinde olanlar aynı. Tıpkısı tıpkısına aynı. Bir taraftan gelirler, öteki taraftan giderler. Birbirlerini tanıyan varsa da inanma. Sureta bir tanışıklıktır bu… (…) Bir kapıdan çıkıp gidenlerle öteki kapıdan yeryüzüne gelenler de tanımazlar birbirlerini. Ama böcekler gibi, karıncalar, tırtıllar gibi, hep aynı yolları teperek, hep aynı ağaçlara tırmanarak, sonunda da hep aynı sürçmelerden yere kapaklanarak, yaşar, büyür, ölürler… Sönsün bu ışık da bu gecelik. Yansın gökyüzünün lambası. (…) İyi çek kapıyı. Pişman olup geri dönenler, kapıyı açık bulurlarsa sevinirler sonra. Sıkı çek.”
İlhan Tarus’un 9 Aralık 1956-25 Şubat 1957 tarihleri arasında Yeni Sabah Gazetesi’nde 79 gün boyunca bölümler halinde yayınlanan Kasabanın Ruhu romanı ilk kez kitap olarak okura sunulmaktadır.
Renk Bilgisi
karışıkçokrenkli