Walt Whitman Leaves of Grass’ın bütünüyle benliğini temsil etmesini istiyordu: “Bu bir kitap değil; buna dokunan, bir adama dokunmuş olur.”
Whitman’ın Vahşi Çocukları umarım seçtiğim şairlerin canlı bir imgesini aktarmayı başarır. Çoğu biçimci düzenin dışında öğrenimlerini geliştirmiş kimselerdi ve kendi yollarını izlemenin, çığır açmanın gerekliliğini anlıyorlardı. Whitman geleneğinin ilk kuralına bağlılardı: hem madden hem de manen açık yola çıkmak.
Whitman bir Protestan olarak yetiştirilmişti ve bunu ve Ralph Waldo Emerson’ın yazılarını kucaklamıştı: “Dünyayı içimizden yola çıkarak bulmalıyız.” Whitman’ın 1855’de yazdığı Leaves of Grass’ı gelenekten azat olma ilanıydı; bir insanın kendi başına, kendi sesini dinleyerek neler yaratabileceğinin canlı bir örneğiydi. Whitman epik şiirine bir şeyler ekleyip çıkarırken orijinal niyeti olan olağan, sıradan düşünceyi rahatsız etmek ve bozmaktan hiç geri kalmadı.
Leaves of Grass bireyin eşsizliğini övüyor ve bizi müşterekliğimizi yeniden düşünmeye davet ediyordu. Whitman diğerlerinden ayrı olmasına karşın şiirinde müşterekliğin çınlamalarını duyuyoruz. Yaptığı atılım bir bent kapağı görevi gördü: Jack London, Stehen Crane, Theodore Dreiser, Sherwood Anderson. Henry Miller, Whitman için şöyle yazıyordu: “Onu bir şair olarak düşünmüyorum. Ozan, evet, Geleceğin Ozanı.”
Whitman’dan sonra “isyankar olarak yazar” bir gelenek geldi. İçlerinde akademiye sırtını dönmesi bakımından en dik başlı olan Charles Bukowski idi. “Orospular, hastaneler ve hapishaneler, işte bu hayat okullarında birkaç diploma aldım,” yazmıştır. “Bana ‘Efendim’ deyin.” Onunla ilk tanıştığımda elinde bir sözlük olmadığını söylemişti. Seneler sonra oturduğum sandalyenin altında saklı bir sözlük bulduğumda ise, “Tamam çocuk, yakaladın beni.”
Bukowski’yle tanıştığımda on beş yaşındaydım. Beni ilk etkileyen şey espri anlayışıydı. Mizahi unsurun gücünü biliyordu ve kendi yolunu çizmenin, çığır açmanın gerekliliğini anlıyordu. Yirmi üç yaşımdayken Harold Norse’la tanıştım; hem akıl hocam, hem de yakın dostum oldu. Allen Ginsberg benim için eserlerini okumaya başladığım 1957’den beri önemli bir figür.
Üzerimde en büyük etkiyi yaratan üç şair olan Bukowski, Norse ve Ginsberg üzerine yazılar yazmaya başladım. Onlarla yaşadığım deneyimler zengin, ince espriler, sınavlar ve zaferlerle dolu oldu. Üç denemeyi tamamladıktan sonra halka açık okuma yaptım. Pozitif bir tepki aldım, önceki nesir eserlerime kıyasla daha pozitif bir tepki. Sonra iyi tanıdığım ya da edebiyatın ötesinde bir yakınlık hissettiğim diğer şairler üzerine de yazmaya karar verdim. Bu proje daha sonra çağdaş Amerikan edebiyatının tanımlanmasına yardımcı olan on şair hakkında samimi bir not defteri olacak şekilde evrildi.
Bu on şairin her biri kendi yolunu çizdi. Hiçbiri 1940lar ve 1950lerin ana akım Amerikan edebiyatında kabul edilebilir olduğu düşünülen şeylere bulaşmadı. Hiçbiri kişi zamirini kullanmaktan çekinmedi ve avangardın etkisi altında çalışmadı. Hepsi son derece Amerikan ve yaşam biçimleri ve yazdıkları nezdinde her birinin isyanı eşsiz bir anlamda Amerikan. Çoğu insan için bu kişilerin şair mesleğini ifa etmelerine duydukları ilgi McCarthy yıllarında ve Eisenhower on yılının büyük uykusunda daha da güçlendi.
Whitman’ın vahşi çocuklarının her biri birkaç istisna dışında Ozan rolünü üstlendi ve kendini direkt olarak Whitman’ın soyundan gelenlerin yoluna yerleştirmiş oldu. Whitman’ın gökten bu şair kabilesine gülümseyerek, mutlu bir şekilde baktığını düşünmek istiyorum. Belki de imreniyor, Norse’un Homo’suna hayretle bakıyordur; belki Everson’ın Katolikliğe karşı verdiği yoğun mücadele karşısında şaşkına dönüyordur; Bukowski’nin kendine olan sonsuz güveni karşısında kafasının karıştığına şüphe yok.
Whitman’ın elinden tutabilsem onu kıtanın Pasifikle buluştuğu Land’s End’e götürüp birkaç şarkı daha yazmasını isterdim. Bana dönüp Leaves of Grass’tan şöyle alıntılayabilirdi:
Walt Whitman, bir kozmos, Manhattan için bir evlat,
Kavgac
Yazar Adı
Neeli Cherkovski
Renk Bilgisi
karışıkçokrenkli