Yirmi sene olmuştur. Sirkeci’de, kırık kolu alçılar içinde bir hamal gördüm. Sırtında lebâleb dolu bir küfe, benim ellerim cebimde çıkarken durup nefeslenmeye, azıcık dinlenmeye ihtiyaç hissettiğim yokuştan, inleyen adımlarla çıkıyordu... Yalnız değildim, yanımda başkaları da vardı. Ve mutlak, onlar da görmüşlerdi. Fakat şimdi arasam sorsam, hiçbirinin o kırık kolu alçılar içindeki hamalı hatırlamayacaklarından eminim. Üstelik durduk yerde zihinlerine, delirdiğime dair bir şüphe atmış olacağım! Oysa ben şu kadar sene geçtiği halde, o hamalı unut(a)madım. Ve ne zaman bana, “Yazarlık nasıl bir şey?” diye sorsalar, anlatmaya, “Yirmi sene önce, Sirkeci’de, kırık kolu alçılar içinde bir hamal gördüm...” diye başlarım. Çünkü yazarlığın böyle bir şey olduğuna, insanların hüzün, keder ve elemlerini –neşe ve sürurlarını da elbette– sadece anlamanın yetmeyeceğine, bir de hiç unutmamak üzere hissetmenin gerektiğine de inanırım...
Bu incecik kitabın, açık söyleyeyim samimiyetten başka hiçbir iddiası yok. Fakat samimiyet de, iddia ile ol(a)mayacağına göre, demek, hiçbir iddiası yok. İddiası yok evet. Ama emin olun, hatırası çok...
Sevdiğimiz insanlara, onları sevmemize izin verdikleri için teşekkür etmeliyiz...
Bazen, ayak altından çekilmek gerekir. Hayır! Ezilmek korkusundan değil; kimse takılıp düşmesin diye...
“Sahip olmak” ile “sahibi olmak” arasında büyük fark vardır! Çocuklarınıza, sahipleri olmadığınızı unutmadan sahip olun...
İnsan, hayatı boyunca; sahip olmak istediği, sahip olmayı hayal ettiği bir şeye, hiç sahip olamadığı halde, kaybetmiş gibi acı çekebiliyor...
Hayallerim kırıldığında; kırılmadıklarını hayal eder, hiç hayalim olmamasındansa, sırtımda bir çuval dolusu kırık hayalle yaşamayı seçerim...
Bu incecik kitabın, açık söyleyeyim samimiyetten başka hiçbir iddiası yok. Fakat samimiyet de iddia ile ol(a)mayacağına göre, demek, hiçbir iddiası yok. İddiası yok evet. Ama emin olun, hatırası çok...
Renk Bilgisi
karışıkçokrenkli