Leylayı Sevenler Kulübü

Iki kadin; Mina tutkuyla sevilen, Muazzez ise karsiliksiz seven. Ve Yusuf Emre; iki kadin arasinda sevmek mi, sevilmek mi dilemmasina düsen yazar.Tarihî romanlariyla kendine genis bir takipçi kitlesi edinen Hakan Kagan, Leyla’yi Sevenler Kulübii nde bu kez yakin bir döneme götürüyor okuyucusunu. Yusuf Emre karakterinin sakli kalmis bir kitabindan yola çikarak sevginin 3 farkli tezahürünün izini sürüyor. Bu yolculukta aydinlarin kahvehanelerine ugruyor, Cemil Meriç’le sohbetler ediyor, Halil Cibran’in siirlerinde askin felsefi boyutlarim ariyor, 1950’ler ve 80’ler Istanbul’unun kültürel ve toplumsal atmosferine uzaniyor.Leyla’yi Sevenler Kulübü, hikâyenin içindeki hikâyeyi, Leyla’nin ardindaki Leyla’yi ariyor.“Neden yazariz bilir misin Yusuf Emrem?” diye sordu. “Düsünmek, hayal kurmak neden? Biz yazarlar, hüznün, acinin serbetli çocuklari, insan soyunun anlamayacagi acilar içinde kivranip duracagiz. Bize ölüm bin çesit Yusufum. Çünkü binlerce hayat yasayacagiz. Hayal ile hakikat arasindaki sinirda, kendi kralligimizi insa etme cüreti gösterecegiz. Bir damla pis su, bir avuç balçik oldugumuzu unutup yaratma sanatina heves edecegiz. Tanrinin, balçigimiza ulasan nefesi, bizi öylesine sarhos edecek ki bilincimizin kuytularinda kaybolacagiz. Bizim acilarimiz, insan soyunun anlayacagi cinsten degil. Bize yasam da ölüm de bin çesit Yusuf Emrem. Iste biz bundan dolayi düsünür, hayal kurar, yazariz.”