1905 yilinda devrim öncesi Rusya’da geçen bu benzersiz romanda, Andrey Beliy, yüksek düzeyde bir imparatorluk görevlisi olan Apollon Apollonoviç ile teröristlere katilmaya heves eden ve ilk görevi babasini öldürmek olan Nikolay Apollonoviç’in, bir bombanin tiktaklari esliginde yasanan bir gününü anlatiyor. Dönemin baskenti Petersburg’da soytarilarin, provokatörlerin, gizli polislerin, Japonlarin, Iranlilarin, devrimcilerin, subaylarin katildigi dev bir maskeli balo yasanmaktadir. “Petersburg zamanimizin en büyük üç ya da dört romanindan biridir.“ Vladimir Nabokov “Beliy’in yazdigi en iyi kitap olan bu romanda, Petersburg, Gogol ve Dostoyevski’den sonra ilk kez gerçek sanatçisini bulmustur.“ Yevgeni Zamyatin “Andrey Beliy bir deha.“ Ilya Ehrenburg “Bütün Rusya’yi özetleyen tek roman.“ Anthnoy Burgess (Tanitim Yazisi’ndan) Güven Turan, YKY Kitap-lik Dergisi, Sayi: 82, Nisan 2005 Daha önce yazdigim bir yazida romanlara agirligini koymus kentlerin belli baslilarina deginmis, romanin kentle baglantisinin nasil kentsoylularin olusumuyla iliskilendirildiginden söz etmistim. Kentler de romanlar da o tarihten beri birakmadi ardimi. Sorunun çok daha farkli bir baska boyutu oldugunun da farkindaydim. Yazarlar, romanlarinda kentleri mekân olarak hatta, o sözünü ettigim yazimda agirlikli olarak durdugum gibi bir kisi olarak islemis olsalar da kimi romanlarla romanin geçtigi kent arasinda, bunu da asan bir durum çikiyordu ortaya. Kentler, kimi zaman romanin kisilerini ele geçiriyor ve o kisileri kendilerine dönüstürüyorlardi. (Aslinda elbette, çok daha derinde içine sizip ele geçirdikleri yazarin kendisiydi ama buna, çok netameli bir durum oldugu için, deginmekten kaçinmak istiyorum bu yazimda). Böylesine kent çarpmasina ugrayan kisilerin en yogun oldugu romansa Lawrence Durrell’in Iskenderiye Dörtlüsü’dür. Bu romanda, daha önce sözünü ettigim yazimda da degindigim gibi, Iskenderiye sadece bir mekân degildir, ayni zamanda bu romanin her bir kitabinin neredeyse bas kisisidir. Her bir kisinin yasamini, birbirleriye iliskilerini bir romanin en güçlü kisisinde görülen çarpicilikla Iskenderiye belirler. Romanin kisileri, öncelikle Iskenderiye’deki yasayislarinin süreci, sonra da Akdenizlilikleriyle bu etkilenmenin sertlik derecesini yasarlar. Ve elbette, yirminci yüzyil Ingiliz romaninin gözde izlegi olan bir Ingiliz’in Akdeniz’le karsilasmasinin onun üzerinde nasil çarpici bir etki yarattigi konusu bu romanda daha da belirgin olarak çikar karsimiza. Romanin belli basli Ingiliz kisileri olan Darley (ki Dörtlü’nün iki kitabinin, Justine’in ve Clea’nin anlaticisidir), Mountolive, Pursewarden Iskenderiye’nin en fazla büyüsüne ugrayan kisilerdir. Hele Mountolive’in ne büyük bir degisim yasadigi, Ingiltere’den Prag’a, oradan öteki Avrupa sehirlerine yaptigi görevlerinin ardindan Iskenderiye’de yasamaya baslamasiyla Dörtlü’nün üçüncü kitabi olan Mountolive’de açikça çikar ortaya. Hem bir sair, yazar ve akademisyen olan hem Ikinci Dünya Savasi’nin hemen öncesinde geçen (sanildigi gibi Ikinci Dünya Savasi Almanya’nin Polonya’ya saldirmasiyla birdenbire patlamamistir; 1933’ten sonra her an patlayacak diye beklenmeye baslanmis; büyük bir istihbarat savasi yasanmistir) romanda önemli bir gizli görevi olan bir istihbaratçi oldugu belirtilen Pursewarden’in Iskenderiye ile büyülenmesi de farklidir Mountolive’den. Çünkü romanda sik sik gönderme yapildigi gibi, Kavafis’in bu hem terk edilmek istenen hem nereye gidilirse gidilsin ardini birakmayacak kenti, bir yüzlü, bir kisilikli degildir. O nedenle de herkese farkli görünür ve her bir kisiyi farkli bir yaniyla etkisi altina alip onu roman boyunca degistirir. Darley gibi ondan ayrildiktan sonra degisen daha dingin, akilci, bir kisilik kazanan biri bile geri döndügünde yeniden onun büyüsünün etkisi altina girip kisilik degistirir ve Iskenderiye’ye benzemeye baslar: Hüzünlü, tutkulu, ölümcül, tekil. Bilindigi gibi Andrey Beliy Petersburg’la yirminci yüzyilin belki de sadece ilk öncü romanini degil en büy
Renk Bilgisi
karışıkçokrenkli